Uğur Bey, Türkiye Sigorta Birliği Başkanı olmadan öncede sektörün içindeydiniz. Başkan olmadan önceki ve başkan olduktan sonraki süreci özetleyebilir misiniz, neler değişti?

Ben, bu süreci bilinçli tercihlerle yönettim. Hatta o dönemde, Aksigorta Yönetim Kurulu'na ilk kez başkanlık için aday olduğumda, aday olmak istediğimi açıkça belirtmiştim. Bu da tahminen 2023’ün Eylül ayına denk geliyor. Sevgili Atilla Bey’in görevinden ayrılmasının ardından, o dönem HDYK’da görevliydim ve Yönetim Kurulu’na, Birlik Başkanlığına aday olmayı düşündüğümü söyledim.

Şunu da ifade ettim: Eğer Birlik Başkanlığına aday olursam, buradaki icra görevimi yavaşlatmak ve bırakmak istiyorum. Çünkü Birlik Başkanlığı, “elin ucuyla” yapılacak bir iş değil; tam zamanlı çalışılırsa gerçekten etkili olunabilecek bir görev. Yönetim Kurulumuz da sağ olsun, bu düşüncemi olumlu karşıladı. Ancak, 2024 Nisan ayındaki seçimi beklememiz gerektiğini belirttiler. Zira o dönemde yapılan ilk seçim, Atilla Bey’in kalan görev süresini tamamlamaya yönelikti ve sadece sekiz aylık bir başkanlık dönemi içeriyordu.

2024 Nisan ayında yapılan genel kurulda tekrar aday oldum ve yeniden seçildim. Ardından Yönetim Kurulu’na giderek, artık icra görevimi bırakmak ve Türkiye Sigorta Birliği’ne daha fazla vakit ayırmak istediğimi söyledim. Onlar da bunu kabul ettiler ve 1 Haziran itibarıyla tam zamanlı olarak Birlik Başkanlığı görevini yürütmeye başladım diyebilirim.

Elbette hâlâ şirketlerde yönetim kurulu üyeliklerim var; ancak zamanımın çok büyük bir kısmını Türkiye Sigorta Birliği’ne ayırıyorum.

Geçmişe ve bugüne baktığımızda, ben her zaman Birlik yapısının, yani bir dernek yapısının, güçleri birleştirme açısından çok önemli olduğuna inanan biriyim. Aynı amaç için konuşan, çalışan, mücadele eden kurumların bir birlik çatısı altında bir araya gelmesi ve ortak bir hedefe koşması gerektiğine inandım hep.

Birliğe geldiğimde ilk yaptığım şeylerden biri, kısa dönemli görev süremde Birliği “GFIA” (Global Federation of Insurance Associations) çerçevesinden geçirmek oldu. GFIA, iyi çalışan ve başarılı kurumların yaptıklarını tanımlayan, bir çerçeve sunan bir yapı. Biz de Türkiye Sigorta Birliği’ni bu çerçeveden geçirdik. Bu süreçte Birliğin bazı işleri çok iyi yaptığını, bazı noktalarda ise eksikleri olduğunu tespit ettik.

Bu eksiklerin en temeli şuydu: Birliğin tanımlı, net bir amacı yoktu.

Türkiye Sigorta Birliği, elbette sigorta şirketlerinin menfaatlerini korumaya, mevzuat ve regülasyon süreçlerine destek olmaya çalışan bir yapıydı. Ancak kendine has, özgün ve vizyoner bir amacı olması gerektiğine inanıyorduk. Bunun üzerine, yönetim kurulumuzla birlikte Birliğe yeni bir misyon belirledik.

Bu yeni misyonun temelinde, sigorta sektörünü değil, "sigorta ekosistemini" büyütmek yer alıyor. Çünkü biz inanıyoruz ki sigorta, sadece şirketlerden oluşan bir sektör değil; acentelerden, eksperlerden, reasürörlerden, brokerlardan, teknoloji sağlayıcılardan, hatta müşteri deneyimini etkileyen tüm bileşenlerden oluşan büyük bir ekosistemdir.

Yeni vizyonumuz şöyle özetlenebilir:

“Türkiye’de sigorta ekosistemini büyütmeye ve geliştirmeye yönelik stratejiler, politikalar ve taktikler üretmek; bu çıktıları paydaşlara aktararak, iletişim, lobi ve proje yoluyla hayata geçmesini sağlamak.”

Bu gerçekten önemli bir adımdı. Türkiye Sigorta Birliği'ndeki önemli değişimlerden biri de bu özgün misyonun belirlenmesi oldu. Sağ olsun, Yönetim Kurulumuz, Genel Sekreterimiz ve Genel Sekreter Yardımcılarımız bu çalışmaları sahiplendiler.

Ben buraya sadece oturan, konuşan veya kavga eden bir başkan olarak değil; işi büyütmeye çalışan, sektörü değil endüstriyi geliştirmeyi amaçlayan bir başkan olarak geldim. Üstelik bunu yaparken sadece sigorta şirketlerini değil, tüm ekosistemi kapsayan bir yapı kurmak istedim.

Geçen iki yıla baktığımda, bu vizyonun büyük kısmını başardığımızı söyleyebilirim. Elbette eksiklerimiz vardır, eleştirenler de olacaktır; ama ben niyetimiz ve adımlarımız konusunda içim rahat.

Ekosistem kavramını anlatırken sık kullandığım bir örnek var: Akvaryum.

Bir akvaryuma dışarıdan baktığınızda sadece suyu değil; taşları, yosunları, balıkları, yemleri, havalandırma sistemlerini görürsünüz. Temizleyici balıklar da vardır, avcı balıklar da. Ama akvaryumu akvaryum yapan, o ekosistemi ayakta tutan en temel unsur sudur. Su olmadan hiçbir şey olmaz.

İşte Türkiye’deki sigorta ekosisteminin de suyu, sigorta şirketleridir. Sigorta şirketleri olmazsa bu sistem ayakta duramaz. Ancak bunu dile getirirken asla üstten bakan bir anlayışla hareket etmedik. “Biz varız, siz yoksunuz” yaklaşımı yerine;

“Birlikte varız, birlikte daha güçlü olabiliriz” dedik.

Ancak birlik olursak, hep birlikte bir amaç doğrultusunda hareket edersek, Türkiye’de sigorta ekosistemini büyütebiliriz.

2024 Nisan seçiminden sonra, bu vizyon doğrultusunda önemli bir adım attık. Prof. Dr. Oğuz Babüroğlu’nun yaklaşık 30 yıl önce Türkiye’ye kazandırdığı Arama Konferansı yöntemini kullandık. Çok paydaşlı, geniş katılımlı bir toplantı düzenledik ve ortak akıl oluşturarak sigorta ekosisteminin geleceğine dair önemli çıktılar elde ettik.

O toplantıda birçok konu konuşuldu. Ama sizlere imbikten süzülmüş, damıtılmış birkaç temel başlığı söylemek isterim. Bunlardan biri, en başta geleni: Büyüme.

Burası (Türkiye sigorta pazarı) büyümek zorunda. Çünkü Türkiye’de sigorta penetrasyonu şu anda yüzde 2 buçuk seviyelerinde. Yani gayrisafi yurt içi hasılanın sadece yüzde 2 buçuğu sigortadan geliyor.

Ekonominin genel ligine bakıyorsunuz, Türkiye Cumhuriyeti 17. ya da 18. büyük ekonomi konumunda. Ama sigorta ligine bakınca 29. ya da 30. sıradayız. Eğer sigorta sektörünü, ülkenin ekonomik gücüyle paralel bir noktaya, yani 17. veya 18. sıraya getirmek istiyorsak, mevcut durumu iki katına çıkarmamız gerekiyor. Başka bir deyişle, mevcut sektöre bir o kadar daha eklememiz, adeta ikinci bir sigorta sektörü yaratmamız gerekiyor.

Bu, gerçekten çok önemli bir hedef. Ve ben buna yürekten inanıyorum: Eğer bunu başarırsak, Türk sigorta sektörü çok hızlı bir şekilde büyür, gelişir ve ülke içinde söz sahibi sektörlerden biri haline gelir.

Biz de bu yüzden “önümüzdeki beş yıl içinde sigorta sektörünü iki katına çıkarmalıyız” dedik. Bu hedefi 2025’te koyduk: Beş yılda iki kat büyüme.

İki katına çıkarmak ne demek? Bu, yalnızca prim üretiminin iki katına çıkması demek değil. Dağıtım kanallarının, sigorta aracılarının iki kat daha fazla prim üretmesi demek. İletişimcilerin, yayıncıların sektöre dair iki kat daha fazla haber yapması demek. Avukatların, tamirhanelerin, hastanelerin, eczanelerin daha çok çalışması demek. Yani bu ekosistemin her parçasının daha fazla üretmesi demek.

Ama bu sadece sözle olmaz. Bu hedefe ulaşmak için çok sayıda doğru tuşa aynı anda basmamız gerekiyor. Biz de o tuşları belirledik. Yaklaşık 17-18 tane proje oluşturduk. Ardından bu projeleri tekrar masaya yatırdık. Çünkü 17-18 projeyi birden takip etmek kolay değil, her birinin etkisi ve uygulanabilirliği farklı.

Bu yüzden, tüm paydaşlarla birlikte bir karar toplantısı yaptık. Hangi projelerin etkisi daha yüksek ve hangileri daha kolay hayata geçirilebilir, buna baktık. Bu değerlendirme sonucunda projeleri 7-8 başlığa indirdik. Sonrasında bir mutabakat toplantısı daha yaptık. Çünkü artık bu projeler çalışmaya başlamıştı. Gönüllü olarak sektör temsilcileri ve diğer paydaşlardan oluşan ekiplerle bu projeler yürütülüyor. Hâlâ da çalışmaları sürüyor.

Türkiye Sigorta Birliği'nde de bir ekip, bu projelerin ilerlemesini takip ediyor ve koordinasyonu sağlıyor.
Bu şekilde, başlangıçta soyut bir hedef olan “iki kat büyüme” artık ete kemiğe bürünmüş, aksiyon planlarına dönüşmüş oldu.

Benim bu görev süremde yaptığım en önemli işlerden biri budur:
Birliğin kendine özgü bir hedef ve vizyon belirlemesi.
Bu hedefi yalnızca sigorta sektörüne değil, tüm paydaşlara yaymak.
Sektörü "sigorta sektörü" olarak değil, bir ekosistem olarak tanımlayıp, Türkiye Sigorta Birliği’nin bu ekosistem içindeki kapsayıcı rolünü güçlendirmek.

Tabii herkes bu vizyonu aynı şekilde sahipleniyor mu, bu ayrı bir konu. Ama önemli değil. Bu hedefi içselleştirenler ve sahiplenecek olanlar zaten bu dönüşüm için yeterli olacaktır.

Bugün geldiğimiz noktada, Türkiye Sigorta Birliği’nin hem bugüne dair hem de geleceğe dair iyi bir yol haritası olduğunu söyleyebilirim.

Elbette bu süre zarfında sıra dışı gelişmeler de yaşandı. Örneğin, beş şirkete kapatma kararı verildi. Deprem oldu, başka dışsal etkenlerle karşılaştık. Aynı zamanda, SEDDK yönetimi de benim başkanlığım döneminde değişti. O dönemde sektörün finansal dayanıklılığını artıracak ciddi adımlar da atıldı. Bu süreç, gerçekten de sağlam bir yönetim gerektirdi. Elbette herkes bu adımlardan memnun olmadı; memnun olanlar da vardı. Ancak biz bu sürece, memnuniyet ya da memnuniyetsizlik düzleminden değil; gerçekçilik, rasyonalite, sağduyu ve akıl çerçevesinden bakmayı tercih ettik.

Sigorta ve Özel Emeklilik Düzenleme ve Denetleme Kurumu'nun (SEDDK) vizyonu, sektördeki finansal dayanıklılığı ve gücü artırmak yönünde şekilleniyor. Türkiye Sigorta Birliği’nin misyonu ise sektörü büyütmek ve geliştirmek. Bu iki kurumun rolleri, adeta doğal bir şekilde birbirini tamamladı.

Bir tarafta sektörü büyüten ve geliştiren bir yapı; diğer tarafta ise bu büyümenin sürdürülebilir olması için finansal sağlamlığı ve güvenliği teminat altına alan bir düzenleyici kurum var.

Atılan adımları da bu şekilde özetleyebilirim, Birlik, büyümeyi; SEDDK ise bu büyümeyi sağlam temellere oturtmayı üstlendi.

“Türkiye Sigorta Birliği, Türkiye sigorta ekosisteminin gelişmesi için stratejiler, politikalar ve taktikler üreten bir yapı olmalıdır”

Türkiye Sigorta Birliği’nin iletişim alanı da çok güçlendi ve bilinirliği arttı. Biraz o konudan da bahsedebilir misiniz?

Bu konu aslında Türkiye Sigorta Birliği’nin yönetim yapısıyla da doğrudan ilgili. Birliğin belirli organları var. En tepede bir Yönetim Kurulu bulunuyor. Yönetim Kurulu’nda 4-5 üye yer alıyor. Bunlardan biri Birlik Başkanı, diğerleri ise:

Hayat Dışı Yönetim Komitesi Başkanı ve Başkan Yardımcısı (Bugün bu görevlerde Ahmet Bey ve Neslihan Hanım bulunuyor), Hayat ve Emeklilik Yönetim Komitesi Başkanı ve Başkan Yardımcısı (Bu görevlerde Taylan Bey ve Erol Bey yer alıyor). Bu yapıların altında ise, söz konusu komitelere bağlı olarak faaliyet gösteren daha alt kademelerde uzman komiteler yer alıyor. Bu komiteler, doğrudan sigorta şirketlerinin uzman temsilcilerinden oluşuyor.

Birliğin bu yönetişim yapısı dışında, çevresinde “iştirak” diyebileceğimiz bazı kurumlar da var. Bunlar arasında:

SBM (Sigorta Bilgi ve Gözetim Merkezi),

Güvence Hesabı,

SEGEM (Sigortacılık Eğitim Merkezi),

TESEV,

Sigorta Tahkim Komisyonu gibi yapılar yer alıyor.

Bu kurumların yönetim kurullarına da üyeler veriyoruz ve onların koordinasyonu da ayrı bir iş yükü oluşturuyor. Ayrıca hem kamu tarafındaki paydaşlarla (örneğin bakanlıklarla), hem de özel sektör paydaşlarıyla sürekli temas hâlindeyiz.

Göreve başlarken de ifade etmiştim, Türkiye Sigorta Birliği, Türkiye sigorta ekosisteminin gelişmesi için stratejiler, politikalar ve taktikler üreten bir yapı olmalıdır. Bu stratejilerin ve politikaların paydaşlar tarafından benimsenmesi ve satın alınması, yani sahiplenilmesi gerekir. Bunu sağlamanın en önemli yollarından biri de güçlü ve doğru bir iletişim stratejisidir.

İletişim bu sürecin yapıştırıcı gücü. Ne yaptığımızı anlatamazsak, etki yaratamayız. Türkiye’de sigortaya dair farkındalığın artması da, aslında insanlara dokunmamıza, onları bilgilendirmemize bağlı.

Bu kapsamda iletişime ciddi yatırım yaptık. Herkesin konuşmasını, katkı sunmasını teşvik ettik. Yani sadece başkan konuşsun anlayışından uzaklaştık. Hayat Dışı Komite Başkanı ve Başkan Yardımcılarımıza, Hayat ve Emeklilik Komitesi üyelerimize de aktif roller verdik. Topyekûn bir yapı içinde, disiplinli bir şekilde ilerledik. Örneğin, "Bu hafta bu konuyu konuşacağız, bu ay bu konuyu X kişi anlatacak." dedik. Ancak konuşmak için önce içerik gerekir. İçeriksiz bir iletişim boş kalır. Bu nedenle, içerik üretimi konusunda da adımlar attık. Danışmanlık şirketleriyle, akademisyenlerle çalıştık. Çünkü politika, strateji ve taktik üretmek istiyorsanız, sağlam bir analiz altyapısına ihtiyacınız vardır.

Örneğin, Deprem Reformu çalışması bu çerçevede yaptırılmış bir analizdir. Bu çalışma, illa %100 uygulanacak diye yapılmadı. Ama uygulanabilirse çok değerli sonuçlar doğurur. Uygulamak bizim elimizde değil; burada farklı paydaşların da harekete geçmesi gerekiyor. Ama elimizde, konuyu konuşabileceğimiz kaliteli bir içerik oluştu. Bugün depremle ilgili bir reform gündeme geldiğinde söyleyecek sözümüz, dayanağımız var.

Aynı şekilde şu anda sağlık sektörü için de bir analiz çalışması yürütüyoruz. Sadece özel sağlık sigortaları açısından değil; kamu, özel hastaneler, vatandaş, hizmet sağlayıcılar gibi tüm bileşenleri kapsayan bir analiz yapıyoruz. Amacımız yine aynı, İçeriği dolu, etkili ve anlamlı bir iletişim yürütmek.

Yine örneğin, Tahkim ve arabuluculuk konularında da en detaylı çalışmaları yaptık. Bazılarını danışmanlara, bazılarını akademisyen hocalarımıza yaptırdık. Bazılarını ise komitelerimizin katkısıyla şekillendirdik.

Bu yüzden bizim için iletişim sadece "çok konuşmak" değil, doğru kişinin, doğru içeriği, doğru mecrada, doğru şekilde anlatmasıdır. Etkili olan da budur.

Bu alanda da ciddi bir gelişim gösterdiğimizi düşünüyorum. Kendimizi sürekli kontrol ediyoruz, ölçümlüyoruz. Karşılaştırmalar yapıyoruz. Çünkü bir diyete başlamadan önce bile tartıya çıkarsınız değil mi? Biz de sürece başladığımızda önce kendimize baktık, “Bugün ne kadar kapsayıcıyız, ne kadar iletişim yapıyoruz?” diye. Bugün geldiğimiz noktada şunu rahatlıkla söyleyebilirim, Türkiye Sigorta Birliği, iletişim anlamında muadil birliklerin çok ötesinde bir yere gelmiş durumdadır.

“Türkiye gibi yoğun trafiği olan, araç sahipliği oranı yüksek bir ülkede, trafik sigortası trafiğin düzenlenmesine bile katkı sağlayan bir araçtır”

Trafik sigortasında serbest tarifeye geçişin sektöre etkisi sizce nasıl olur?

Trafik sigortası, son derece önemli bir ürün. Herkes için farklı anlamlar taşısa da, sistemin genel işleyişi açısından bakıldığında hayati bir rol oynuyor.

Örneğin, sigorta acenteleri açısından trafik sigortası, müşteri kazanmak için en önemli ürünlerden biri olarak görülüyor. Çünkü müşterinin sigorta ile ilk temas noktası çoğu zaman trafik sigortası oluyor.

Ben kendi bakış açımdan değerlendirdiğimde, trafik sigortasının önemi sadece müşteri kazanmakla sınırlı değil. Türkiye’de her yıl 1 milyonun üzerinde trafik kazası yaşanıyor. Eğer trafik sigortası olmasaydı, bu her biri için yüz binlerce tartışma, anlaşmazlık, hukuki süreç ve toplumsal gerginlik anlamına gelirdi.

Bu açıdan bakıldığında trafik sigortası, sadece bireysel değil, toplumsal huzur, refah ve düzenin korunması açısından da çok kritik bir ürün.

Üstelik Türkiye gibi yoğun trafiği olan, araç sahipliği oranı yüksek bir ülkede, trafik sigortası trafiğin düzenlenmesine bile katkı sağlayan bir araçtır.

Finansal olarak da çok önemli bir yere sahip. Bugün toplam prim üretiminin yaklaşık %25’i trafik sigortalarından geliyor. Bu, çok ciddi bir rakam.

Özellikle sigorta acenteleri için trafik sigortası, en önemli gelir kaynaklarından biri durumunda.

Ancak ürünün zorunlu olması, toplumun tüm kesimlerini etkiliyor. Bu nedenle farklı kullanıcı profillerini anlamak önemli. Temel bir ayrım yaparsak, iki tür araç sürücüsünden bahsedebiliriz. Aracını bireysel amaçlarla kullananlar: Yani kişisel ihtiyaçları, seyahat veya günlük işler için araç kullanan bireyler. Aracını gelir elde etmek için kullananlar; taksiciler, minibüsçüler, kurye ve dağıtım hizmetlerinde çalışanlar gibi.

Bu temel ayrım altında pek çok alt segment daha tanımlanabilir, ancak bu iki grup arasındaki fark, hem risk düzeylerini hem de trafik sigortasına olan yaklaşımlarını etkiliyor.

Bunların dışında bazı ana poliçelerde ve satışta bekleyen araçların sigortalanma süreçlerinde değişiklikler yapıldı. Ayrıca çeşitli ufak tefek düzenlemeler de hayata geçti. Bunların hepsi yerinde ve doğru adımlar oldu.

Ancak bizim nihai beklentimiz, trafik sigortasında tarifelerin serbest bırakılmasıdır.

Tabii bu serbestlik sonsuz bir özgürlük anlamına gelmemeli. Mutlaka üst sınırı belirlenmiş, belli bir çerçevede uygulanan bir serbestlik olmalı.

Yani yukarıda bir yerde bir tavan limit olmalı ve fiyatlar bu limitin üstüne çıkmamalı. Çünkü geçmişte de serbest tarife dönemleri yaşandı ve bu dönemlerde anormal fiyatlamalar ortaya çıktı.

Ben kendi çalıştığım kurumdan çok net hatırlıyorum, aracın piyasa değeri 25.000 TL iken, trafik sigortası prim bedeli 50.000 TL'ye kadar çıkabiliyordu.

Bu tür örnekler, serbest tarifede kontrolsüz fiyatlamanın nasıl olumsuz sonuçlar doğurabileceğini açıkça gösteriyor.

“Bireysel Emeklilik Sisteminin büyümesi daha da hızlanacak”

BES fon büyüklüğü rekor seviyelere ulaştı. Özellikle genç nüfusta artan katılım dikkat çekiyor. BES’in geleceği hakkında neler söyleyebilirsiniz?

Güney Kore Sigorta Birliği bizi ziyaret etti. Kendileriyle oldukça verimli bir sohbet gerçekleştirdik ve Güney Kore'deki sigorta pazarını inceledik.

Oradaki en dikkat çekici nokta ise, sigorta penetrasyonunun bizde %2 buçuk seviyesindeyken, Güney Kore'de %10 civarında olmasıydı.

Benim için en önemli sorulardan biri de şu oldu, “Siz bu %10 penetrasyonu nasıl başardınız?” Çünkü bir ülkenin bu konuda geldiği noktayı örneklemek, deneyimlemek ve öğrenmek gerçekten çok değerli.

Yaptığımız görüşmede şunu fark ettim, hayat dışı sigorta tarafında bizimle aralarında çok büyük bir fark yok. Yani rekabet ya da ürün çeşitliliği açısından dramatik bir farktan söz edemeyiz. Ama esas fark, hayat sigortaları ve emeklilik fonları tarafında ortaya çıkıyor. Güney Kore ile Türkiye arasındaki en büyük farkın bu alanda olduğunu söyleyebilirim.

Bunu düşündüğümde demografik bir fark da dikkatimi çekti. Güney Kore’nin ortalama nüfus yaşı 45, Türkiye’nin ise şu anda 33-34 civarında. Nüfus yaşlandıkça, yani ortalama yaş yükseldikçe, insanların tasarruf eğilimi belirgin şekilde artıyor.

Güney Koreli yetkililerle sohbetimizde bu eğilim çok net şekilde ortaya çıktı. Bu bağlamda Türkiye'de Bireysel Emeklilik Sistemi (BES)'nin başladığı 2003 yılı önemli bir dönüm noktası.

O yıllarda Türkiye’nin ortalama yaşı 29’un altındaydı. Bugün ise sistem ciddi bir noktaya ulaştı:

17 milyon katılımcı (otomatik katılım dahil),

1,7 trilyon TL’ye ulaşan fon büyüklüğü.

Ancak, katılımcı başına düşen fon büyüklüğü hâlâ görece düşük seviyelerde. Ortalama olarak 100.000 TL civarında, yani dolar bazında baktığımızda yaklaşık 2.500 – 3.000 dolar seviyelerinde.

Yine de bu sistem, zamanla kartopu etkisi yaratan bir ürün. Nüfus yaşlandıkça, kişi başına düşen milli gelir arttıkça ve tasarruf edilebilir gelir yükseldikçe, bireysel emeklilik sisteminin büyümesi daha da hızlanacak. Bu nedenle, ben bireysel emekliliğin önümüzdeki dönemde çok daha güçlü bir büyüme ivmesi kazanacağına inanıyorum.

Bireysel emeklilik sisteminin (BES) büyüklüğü bugün Türkiye'nin gayrisafi yurt içi hasılasının (GSYİH) yaklaşık %3’üne ulaşmış durumda. Ancak bu oranı çok daha yukarılara taşımamız gerekiyor. Örneğin, bu seviyeyi %20’lere, %30’lara, hatta %40’lara çıkarabilirsek, Bireysel Emeklilik Sistemi, sadece insanların yaşlılık dönemindeki gelir açığını kapatan bir yapı olmakla kalmaz, aynı zamanda Türkiye ekonomisinin büyümesine de çok güçlü bir katkı sağlayan bir mekanizmaya dönüşür. Üstelik bugün devletin sağladığı katkı inanılmaz derecede güçlü. %30 devlet katkısı var bireysel emeklilik sisteminde. Bazen çok basit bir hesap yapıyorum:

Yıllık geliri 2 milyon TL ve üzerinde olan bir kişinin, her ay asgari ücret kadar BES’e yatırım yapması, yapılabilecek en iyi yatırım olur. Çünkü zaten %30’luk bir devlet katkısı alıyor, ayrıca vergisel avantajlar da mevcut. Bu kapsamda bakıldığında, bireysel emeklilik sistemi son 20 yılda oldukça iyi gelişti.

Bugün 17 milyon katılımcıya ulaşmış olması da bu başarının göstergesi. Türkiye’de şu anda emeklilik sisteminin iki temel bacağı var:

Devletin sunduğu sosyal güvenlik sistemi,

Gönüllü katılıma dayalı bireysel emeklilik sistemi.

Ancak bu iki yapı arasında bir boşluk var. Bu boşluğu dolduracak olan şey ise, tamamlayıcı emeklilik sistemi. Literatürde buna ikinci ya da üçüncü basamak deniyor; terminoloji farklı olabilir ama ihtiyaç çok net. Tamamlayıcı emeklilik sistemi, bireysel emeklilik ile sosyal güvenlik sistemi arasında bir köprü görevi görecek.

Bu sistemin temel mantığı şu; çalışanlar, çalıştıkları süre boyunca hem kendi adlarına, hem de işveren katkısıyla tasarruf yapacakları bir emeklilik planına dahil olacaklar.

Eğer bu sistem hayata geçerse, Türkiye’deki çalışan sayısını düşündüğümüzde, mevcut 1,7 trilyon TL’lik fon büyüklüğü çok hızlı bir şekilde katlanarak artabilir. Bu konuda hem Sigortacılık ve Özel Emeklilik Düzenleme ve Denetleme Kurumu (SEDDK) hem de Türkiye Sigorta Birliği yoğun çalışmalar yaptı. Sistem şu anda teknik olarak hazır. Ancak devreye alınabilmesi için gerekli olan kanuni düzenlemelerin yapılması gerekiyor. İşverenler açısından bu sistem başlangıçta bir maliyet gibi görünse de, örneğin %5 yerine %1’lik bir katkı ile başlamak mümkün olabilir. Önemli olan, süreci başlatmak.

Bugün bizim büyüme projelerimizde bir numaralı önceliğimiz, tamamlayıcı emeklilik sisteminin hayata geçirilmesi.

Bilal Türkmen: SigortaAcentesi.com’un gücü, tarafsızlığında saklı!
Bilal Türkmen: SigortaAcentesi.com’un gücü, tarafsızlığında saklı!
İçeriği Görüntüle

Çünkü tekrar Güney Kore örneğine dönersek, hayat dışı branşlarda çok büyük farklar yok. Asıl fark tasarruf ve birikim ürünlerinde. Bizim bu alandaki açığımızı kapatmamız için:

Tamamlayıcı emeklilik sistemini hayata geçirmemiz,

Birikimli hayat sigortası ürünlerini çeşitlendirmemiz gerekiyor.

Bu adımlar, Türkiye’nin tasarruf açığını kapatmasında son derece değerli katkılar sağlayacaktır.

“Katılım sigortacılığı ihtiyaca yönelik çözümler sunan bir alan”

Katılım sigortacılığında da bir artış söz konusu bu konu hakkındaki düşünceleriniz nelerdir?

Katılım sigortacılığı, toplumun farklı kesimlerinin ihtiyaçlarına cevap veren bir model. Toplumun bazı kesimleri, inançları gereği faiz geliri elde etmeyen ya da belirli sektörlere yatırım yapmayan fonları tercih ediyor. Katılım sigortacılığı da bu ihtiyaca yönelik çözümler sunan bir alan. Bugün katılım sigortacılığı, toplam sigorta pazarında %5,5 – %6 seviyelerine ulaşmış durumda. Ancak bu oranın %100'e çıkması mümkün değil. Zaten bu yapının doğasında da böyle bir sınır var. Nasıl ki katılım bankacılığı, uzun yıllardır teşvik edilmesine rağmen bugün %10 – %12 bandında seyrediyorsa, katılım sigortacılığının da benzer oranlara ulaşmasını bekleyebiliriz. Kasım ayının ortasında, Malezya’da düzenlenecek Dünya Katılım Sigortacılığı Konferansı’na da katılım sağlayacağız. Orada, diğer ülkelerin bu alanda nasıl bir yol izlediğini görme ve deneyimlerinden faydalanma imkânımız olacak.

“Herkesin bu sektörde kendine bir yer bulabileceği bir yapıdan bahsediyoruz”

Türkiye Sigorta Birliği’nin bazı açılımlarından bahsetmiştiniz. Bunları detaylandırabilir misiniz?

Arama Konferansı sürecinin sonunda sekiz ana proje belirledik. Bu projelerden:

  1. Tamamlayıcı Emeklilik Sistemi,
  2. Birikimli Hayat Sigortası Sistemi,
  3. Zorunlu sigorta ürünlerinde %100 penetrasyonun sağlanması,
  4. Hızla büyüyen sağlık sigortacılığının geliştirilmesi,
  5. Hasar süreçlerinde şeffaflık ve dijitalleşmenin artırılması,
  6. Gömülü sigortacılığın yaygınlaştırılması,
  7. Yeni nesil, yenilikçi ve dijital sigortacılık ürünlerinin geliştirilmesi,
    şeklinde sıralanabilir.

Ancak benim için en önemli başlık eğitim. Bu projeyi her zaman diğerlerinden ayrı bir yere koyuyorum. Çünkü eğitim; sigorta aracısından sektörde çalışan personele, müşteriden ekosistemdeki tüm paydaşlara kadar herkesi kapsayan bir konu. Aynı zamanda doğru insan kaynağını sektöre çekmek açısından da kritik bir öneme sahip. Eğer burada başarılı olursak, diğer tüm projelerde başarıya ulaşmak çok daha kolay olur. Eğitim, adeta kubbeyi ayakta tutan kilit taşı gibi; doğru yapıldığında tüm yapının sağlam kalmasını sağlar.

Türkiye’de çok sayıda üniversite var ve bu üniversitelerde sigortacılık ve bankacılık bölümleri faaliyet gösteriyor. Yapılan çalışmalarda, Türkiye’de 232 adet sigortacılık/bankacılık yüksekokulu veya bölümünün bulunduğu belirlendi. Her birinde ortalama 50 öğrenci okusa, yılda binlerce mezun veriliyor. Peki bu mezunların kaçı gerçekten sigorta sektörüne giriyor? Kaçı sigorta mesleğini bilerek mezun oluyor? Maalesef çok az.

Bu nedenle önemli projelerimizden biri, bu okullarla daha yakın iş birliği kurarak, sektöre gerçekten nitelikli insan kaynağı kazandırmak. Türkiye Sigorta Birliği olarak, SEDEV iş birliğiyle, bu bölümlerde eğitimi güçlendirmek, müfredatı güncellemek, uygulamaya dönük içerikler sunmak istiyoruz. Sigorta sektörü, dışarıdan bakıldığında cazip görünmeyebilir; ancak gençler için bulunmaz bir fırsat sunuyor. Çok geniş bir yelpazede istihdam imkânı var:

  • Mühendislik mezunları,
  • BT (bilgi teknolojileri) uzmanları,
  • Veri analistleri,
  • Avukatlar,
  • Satış-pazarlama uzmanları…

Herkesin bu sektörde kendine bir yer bulabileceği bir yapıdan bahsediyoruz.

Bu noktada iletişim çalışmalarımızı da artırdık. Örneğin Zeynep Hanım’la birlikte hazırladığımız “Sigortacı Kafası” programında, konuklarımıza programın sonunda hep aynı soruyu soruyoruz, “Gençlere ne tavsiye edersiniz?”
Cevaplar çok net; Sigorta sektörüne girip de pişman olan neredeyse yok. Hatta geçen gün, inşaat sektöründen sigortacılığa geçiş yapan bir beyefendinin hikayesini dinledik. Annesi karşı çıkmasına rağmen, sigortacı olmuş ve bugün çok başarılı bir kariyere sahip. Annesi, "Baban duysa mezarından kalkar," demiş ama o kararlıymış ve çok doğru bir adım atmış.

Eğitim, gelişim ve insan kaynağı çekimi başlığı altında bu projeyi sahiplenmeye ve kararlılıkla yürütmeye devam edeceğiz. Çünkü bu alandaki başarı, sektördeki tüm diğer gelişmeleri tetikleyecek potansiyele sahip.

“Sigorta sektörü, hasarın yalnızca %10'unu, yani yaklaşık 35 milyar dolarını karşılayabilecek durumda”

Beklenen büyük Marmara depremi ve diğer afet riskleri bağlamında, sigortalılık oranlarını artırmak için hangi stratejileri öne çıkarıyorsunuz?

Ben de bu konunun gündemde kalması için ciddi çaba sarf ettiğimi söyleyebilirim. Çünkü bazı konuları gündemde tutmak gerçekten çok önemli. İnsan doğası gereği unutabiliyor ya da olumsuz olayları hatırlamak istemiyoruz. "Moralim bozulmasın" diyerek yaşanmış kötü olayları zihnimizden uzaklaştırıyoruz. Deprem de tam olarak böyle bir olay. Toplum olarak çok büyük acılar yaşadık. Aileler dağıldı, hayatlar yıkıldı. Her biri başlı başına birer hayat hikayesi, birer film konusu...

Ve biz bir deprem ülkesiyiz. Bunu her gün hissetmeye devam ediyoruz. Düşünün, bu yıl 23 Nisan’da İstanbul’da 6.2 büyüklüğünde bir deprem meydana geldi. Kısa süre önce Balıkesir Sındırgı’da da hissedilir bir sarsıntı yaşandı. Eminim ki gün içinde birçok farklı bölgede küçük depremler oluyor ama çoğu zaman fark edilmiyor bile.

Özellikle Marmara Bölgesi, sadece İstanbul değil, Adapazarı’ndan Tekirdağ’a kadar uzanan çok geniş ve yoğun nüfuslu bir alan. Olası bir Marmara depremi bu bölgeyi doğrudan etkileyecek. Türkiye açısından da bu bölge çok kritik; çünkü ülke ekonomisinin yaklaşık %60’ı burada üretiliyor. Uzmanların tahminine göre, böyle bir deprem gerçekleştiğinde ortaya çıkacak ekonomik zarar 350 milyar dolar civarında olacak.

Şu an sigorta sektörü, bu büyüklükteki bir hasarın yalnızca %10'unu, yani yaklaşık 35 milyar dolarını karşılayabilecek durumda. Geriye kalan 315 milyar dolarlık kaybı kim karşılayacak? Biz karşılayacağız. Nasıl? Vergilerle, enflasyonla, dolaylı yollarla… O nedenle bazen şunu söylüyoruz: Sigorta, kamu için en yüksek getirili yatırımlardan biridir. Çünkü küçük katkılarla çok büyük ekonomik sonuçların etkisini azaltmak mümkündür.

Bu açıdan bakıldığında; özellikle İstanbul’daki konut sigortası penetrasyonunu artırmak, iş yeri sigortalarını yaygınlaştırmak ve deprem teminatlarını güçlendirmek, büyük ekonomik felaketlerin yükünü azaltmak için kritik adımlar olur. Sigorta sektörü olarak, bu 350 milyar dolarlık tahmini hasarın sadece yarısını bile üstlenebilir hale gelirsek, bunun kamuya sağlayacağı getiriyi net şekilde görebiliriz.

Bu yüzden de bu konunun unutulmaması, sürekli hatırlatılması gerekiyor. Elbette hiçbir şey yapılmıyor değil; pek çok çalışma yapılıyor. Ama bazen yapılanların derlenip kamuoyuna daha etkili şekilde sunulması, görünür hale getirilmesi gerekiyor. O noktada eksiklerimiz olduğunu kabul etmemiz lazım.

Sigorta sektörü olarak; bakanlıklarla, AFAD’la ve şirketlerle düzenli olarak bir araya gelerek "deprem için ne yapılıyor" sorusuna yanıt arıyoruz. Yapılan çok sayıda çalışma var. Kentsel dönüşüm zaten en önemlilerinden biri. Bu dönüşüm sürecini destekleyecek “bina tamamlama sigortası” gibi ürünler de geliştiriliyor.

Fransa'da uygulanan bir örneği paylaşmak istiyorum: Elektrik faturasına 1 TL gibi küçük bir katkı eklendiğinde, bu tutar otomatik olarak deprem fonuna aktarılıyor. Üç ay üst üste bu ödeme yapıldığında, dördüncü ayda kullanıcıya küçük bir hediye veriliyor. Bu tarz yaratıcı ve küçük dokunuşlarla, deprem teminatı sahibi kurum ve işletme sayısı ciddi şekilde artırılabilir.

Aynı mantıkla; sigorta ürünlerini gömülü hale getirmek de önemli. Çünkü bazen bir ürünü satmak, kullanıcıya ulaştırmak çok kolay olmuyor. Bu noktada dijital kanalları daha aktif kullanmamız gerekiyor. Örneğin; tahsilatı cep telefonu faturalarına, elektrik veya su faturalarına entegre edebiliriz. Hatta akaryakıt alırken bile, fatura üzerinden küçük bir form aracılığıyla ürün satışı yapılabilir hale gelmeli.

Deprem Reform Ajandası içinde bu tür yaratıcı öneriler zaten yer alıyor. Biz bu konuda son derece hassasız. Çünkü deprem, Türkiye’nin hem insani hem de ekonomik anlamda en büyük riski. Sigorta sektörü olarak bu riski üstlenme kapasitemizi artırmak istiyoruz. Allah korusun, olası bir büyük deprem sonrasında ülkeyi hızlıca ayağa kaldıracak kaynakları sağlamak, sigorta sektörünün temel görevlerinden biri olmalı.

“Bu yıl zirvenin teması "Dijital Gelecek" olacak”

Bu yıl 14’üncüsü kutlanacak olan Sigorta Haftası ve Sigorta Zirvesi ile ilgili düşüncelerinizi alabilir miyiz?

Bu hafta, 7-10 Eylül tarihleri arasında Monte Carlo'da sigorta ve reasürans sektörünün önemli buluşmalarından biri olan Monte Carlo Randevuları gerçekleşecek. Bu etkinliğe reasürans şirketleri, sigorta şirketleri ve brokerler katılıyor.

Hemen ardından, 13-14 Eylül tarihlerinde Azerbaycan’a gidiyoruz. Burada, Türk dünyasındaki sigorta sektörlerini bir araya getirecek olan Türki Cumhuriyetler Sigorta Birliği’nin kuruluş imza törenini gerçekleştireceğiz. Bu, sektör açısından oldukça önemli ve tarihi bir adım olacak.

Eylül ayının sonunda ise, her yıl geleneksel olarak düzenlenen Sigorta Haftası ve Sigorta Zirvesi var. Bu yıl zirvenin teması "Dijital Gelecek" olacak. Teknolojinin sigorta sektörüne etkilerini detaylı bir şekilde ele alacağız.

Zirvenin hemen ardından, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) tarafından düzenlenen Sigorta Fuarı gerçekleştirilecek. Bu yıl fuar İstanbul’da olacak ve vatandaşların da yoğun katılım göstermesi bekleniyor.

Ekim ayında, KASİDER’in "Yüksek Topuklar" temalı etkinliği var. Hemen sonrasında, Almanya Frankfurt'ta önemli reasürans toplantıları düzenlenecek.

Kasım ayında ise Malezya’da Dünya Katılım Sigortacılığı Kongresi gerçekleştirilecek. Yine Kasım sonunda bu kez Singapur’da reasürans toplantıları olacak.

Kısacası, önümüzdeki 90 günlük dönemde program oldukça yoğun. Sektörümüzü hem ulusal hem de uluslararası alanda temsil edeceğimiz, iş birliklerini güçlendireceğimiz çok sayıda etkinlik var.

Özellikle Sigorta Haftası ve Sigorta Zirvesi bizim için çok değerli. Umuyorum ki orada sizlerle tekrar bir araya geliriz.

“Türk sigorta şirketlerinin daha geniş bir coğrafyada faaliyet göstermesini, yurt dışına açılmasını istiyoruz”

Uğur Bey, sektöre bir mesajınız var mı?

Bilgi paylaşımları, bizler için her zaman çok kıymetli. Sigorta sektörü, bulunduğu konum itibarıyla güçlü bir noktada duruyor. Ancak aynı zamanda önünde kat etmesi gereken çok ciddi bir yol da olduğunu görüyoruz.

Benim en büyük hedefim ve amacım; bu sektörün sahip olduğu potansiyeli açığa çıkaracak çalışmalara yatırım yapmak. Umuyorum ki sigorta sektörü, 2030 yılına geldiğimizde bugün yaklaşık %2,5 olan penetrasyon oranını %5’lerin üzerine taşır ve Türkiye, çok daha büyük, çok daha etkili ve ses getiren bir sigorta sektörüne sahip olur. Hedefimiz yalnızca Türkiye ile sınırlı değil. Aynı zamanda Türk sigorta şirketlerinin daha geniş bir coğrafyada faaliyet göstermesini, yurt dışına açılmasını da istiyoruz. Bu hedeflere ulaşmak için sektörün tüm paydaşlarıyla birlikte hareket etmesi, el ele verip ortak bir vizyonla ilerlemesi gerekiyor. Çünkü bu birlik ve beraberlik sağlanmadığı takdirde başarıya ulaşmak mümkün değil. Son mesaj olarak şunu söylemek isterim, birlikte hareket edebilir, aynı hedefe odaklanabilirsek; Türkiye sigorta sektörü sadece büyümez, aynı zamanda bölgesel ölçekte de örnek bir yapıya kavuşur.