SÖYLEŞİ

Türkiye Sigorta Birliği Genel Sekreteri Özgür Obalı: Hedefimiz güçlü, dirençli ve kapsayıcı bir sektör!

Türkiye Sigorta Birliği Genel Sekreteri Özgür Obalı, Sigorta Life'a özel sektöre bankacılıktan geçişini, sigorta bilincini artırma yolundaki hedeflerini, dijitalleşmenin acentelere etkisini ve Tamamlayıcı Emeklilik Sistemi gibi yapısal reformları anlattı.

Özgür Bey, kendinizden biraz bahsedebilir misiniz?

Özgür Obalı, çalışma hayatına bankacılık sektörüyle başlamış, ardından sigorta dünyasına adım atmıştır. Yaklaşık 12 yıldır bu sektöre hizmet eden bir sigorta emekçisiyim. Kısmet oldu, Türkiye Sigorta Birliği Genel Sekreterliği gibi son derece ulvi bir görevi üstlenme onuruna eriştim. Beş yıldır da bu görevi yürütüyorum.

Özgür Obalı, aslında standart bir beyaz yakalı ve aile babası profilidir. Açıkçası, kendimle ilgili başka bir şey söyleyemiyorum.
Vakıf Emeklilik’te Genel Müdür Yardımcısı olarak başladım. Sigorta sektörünü o dönemde hiç bilmiyordum. Ancak o zamanki Genel Müdürüm, bankacılık geçmişim ve denetim altyapım nedeniyle beni idari işler, satın alma ve destek hizmetleri gibi alanlarda görevlendirdi. Daha sonra, pazarlama da dahil olmak üzere satış dışındaki neredeyse tüm alanlarda, hatta teknik genel müdür yardımcılığı ve bilgi teknolojilerine kadar birçok farklı sorumluluk üstlendim.

Ardından Genel Müdürlük görevine getirildim. Türkiye Sigorta birleşmesine kadar geçen yaklaşık dört yıl içinde, toplam altı şirketin genel müdürlüğünü yürüttüm. Ne yazık ki, bir anlamda Vakıf Emeklilik’e veda etmiş olduk. Ancak bugün Türkiye Sigorta çatısı altında bu yolculuk başarıyla devam ediyor.

Bu süreçte yaptığımız her şey son derece keyifliydi. Bankacılık tarafında, özellikle müşteri deneyimi konusunda çok önemli projelere imza attık. Ancak hayat ve emeklilik sigortası alanı, sigortacılığın oldukça sınırlı bir bölümünü kapsıyormuş; bunu elementer sigorta alanına geçince fark ettim. Gerçekten de elementer sigorta, uçsuz bucaksız bir dünya.

Genel Sekreterlik görevi bana sigortayı 360 derece görme, özellikle dağıtım kanalları ve diğer paydaşlarla olan entegrasyonu çok iyi anlama fırsatı sundu. Ancak öğrenme sürecim hâlâ devam ediyor. Zaten bence hayatın her evresinde öğrenme hiç bitmiyor; bu, kesintisiz bir yolculuk ve hayatın sonuna kadar sürüyor.

“Temel amacımız, sigorta farkındalığını artırmak”

Türkiye Sigorta Birliği olarak sigorta bilincini artırmak için çeşitli çalışmalar yapıyorsunuz. Yeni çalışmalarınız var mı, varsa bunları anlatabilir misiniz?

14 yıldır düzenlenen bir etkinlik olan Sigorta Haftası’nı bu yıl uluslararası bir zirveyle zenginleştirmeye çalıştık. Sigorta Haftası’nı hayata geçiren, fikir babalığını yapan ve uygulamaya koyan herkese kendi adıma içten teşekkür etmeyi bir borç biliyorum. Bu organizasyona emeği geçen herkesin, her yıl etkinliği daha da geliştirmek için ciddi bir çaba sarf ettiğini söyleyebilirim.

Bizim en çok emek harcadığımız konulardan biri, sigortayı geniş kitlelere ulaştırmak, yani halkla buluşturmak oldu. Bu konuda bugüne kadar yeterince başarılı olamadığımıza dair bazı eleştiriler de alıyoruz. Ancak sosyal medya ve çeşitli kampanyalar aracılığıyla bunu bir ölçüde başarabildiğimizi düşünüyoruz.

Yine de dileğimiz, bu haftayı bir panayır ya da festival havasında, sigorta camiasının tüm paydaşlarının bir araya geldiği, halkın da katılım sağlayabileceği bir şenlik haline getirmek. Geçmişte bu yönde bazı adımlar attık, girişimlerde bulunduk, ancak yeterli desteği göremediğimiz için hayata geçiremedik. İnşallah önümüzdeki yıllarda bu hedefimizi de gerçekleştirebiliriz.

Zirve konusuna gelecek olursak; bu zirvenin temel hedef kitlesi, dünya sigortacılığındaki iyi uygulamaları ve güncel gelişmeleri Türkiye’deki sigorta profesyonelleriyle ve sektöre ilgi duyan diğer paydaşlarla buluşturmak. Bu süreci bir haftaya yaymak için de yoğun bir çaba gösterdik. Bildiğiniz gibi etkinliği Mayıs ayından Eylül’e aldık; böylece daha fazla katılım sağlanmasını amaçladık. Etkinliklerle haftayı dolu dolu geçirip, sigortayı Türkiye gündemine taşımaya çalışıyoruz.

Temel amacımız, sigorta farkındalığını artırmak, insanlara sigortayı sevdirmek ve bu konuda sürdürülebilir bir bilinç oluşturmaktır. Her yıl bu yapıyı daha da geliştirerek devam ettirmek istiyoruz.

Bu sürece finansal destek sağlayan sektör mensuplarımıza ve sponsorlarımıza da özellikle teşekkür etmek istiyorum. Gerçekten büyük bir emek söz konusu ve bu emeğin her bir parçası çok kıymetli. Herkese gönülden teşekkür ediyorum.

“Sigorta sektörünün en önemli “ürünü” aslında hasardır”

Eski bir röportajınızda sigorta şirketlerinin maliyetini etkileyen iki önemli faktör olduğunu söylemişsiniz. Bu faktörler nelerdir, bunu açabilir misiniz?

Sigorta sektöründe maliyetleri etkileyen iki temel faktör vardır: Operasyonel giderler ve hasar yönetimi. Bu, sektörün teknik yapısından kaynaklanan, herkesçe bilinen bir gerçek. Ancak bence hasar yönetimi yalnızca maliyet kontrolü açısından değil, aynı zamanda müşteri memnuniyeti açısından da büyük önem taşıyor.

Sigorta sektörünün en önemli “ürünü” aslında hasardır. Bu sektöre gelip görevi üstlenince bunu çok daha net anladım. Dışarıdan bakıldığında bu kadar yoğun hissedilmiyor ama işin içine girince, hasarın sigortacılığın kalbi olduğunu görüyorsunuz. Dolayısıyla, hasarı iyi yönetmek, hasarı zamanında ve doğru düzeyde ödemek hem sigortalı açısından hem de sektör açısından son derece değerli bir unsur.

Bu bağlamda, maliyet yönetiminde iki unsur öne çıkıyor: Hasar süreçlerinin etkin yönetimi ve operasyonun verimli yürütülmesi. Sigorta, emek yoğun bir sektör. Her ne kadar teknolojiyi aktif olarak kullansak da, bugün sektör 27-28 bin kişiye doğrudan istihdam sağlıyor. Çünkü biz fiziksel bir ürün değil, soyut bir hizmet sunuyoruz. Gözle görülmeyen, elle tutulmayan bir şeyi insanlara anlatmaya, sevdirmeye ve evlerine sokmaya çalışıyoruz.

Bu nedenle sigorta sektörü hem operasyonel giderler açısından, hem de hasar yönetimi açısından maliyetlerin dikkatle kontrol edilmesi gereken bir yapıya sahiptir. Sürdürülebilirlik ve müşteri güveni için bu iki alanın etkinliği kritik önemdedir.

“İstihdamda %7–8 seviyelerinde bir büyüme bekliyoruz”

Sigorta şirketlerinde çalışan sayısı 2024 yılında yüzde 8 artışla 27 bin 540 kişiye ulaştı. 2025 yılında istihdamda nasıl bir değişim olacağını ön görüyorsunuz?

Ben makul düzeyde bir istihdam artışı öngörüyorum; yine %7–8 seviyelerinde bir büyüme bekliyoruz. Gerçekten de sektörün mevcut büyüme hacmi dikkate alındığında, önemli bir insan kaynağı ihtiyacı ortaya çıkmış durumda. Özellikle yetişmiş iş gücüne olan ihtiyaç giderek artıyor.

Bu çerçevede, üniversitelerde sigorta branşına olan ilgiyi artırmak amacıyla çeşitli etkinlikler planladık, bazılarını gerçekleştirdik, bazılarını da yapmaya devam ediyoruz. Eylül ayı itibarıyla, ülkemizin farklı büyük üniversitelerinde öğrencilerle bir araya geleceğimiz buluşmalar düzenlemeyi hedefliyoruz.

Tüm teknolojik gelişmelere rağmen, sigorta sektöründe hâlâ güçlü bir istihdam potansiyeli mevcut ve bu potansiyelin önümüzdeki dönemde de devam edeceğine inanıyorum.

“Özellikle teknolojiyi etkin kullanan acenteler, bu yeni dönemde ciddi bir rekabet avantajı elde edecektir”

Acenteler, sigorta sektörünün bel kemiği olarak görülüyor. Sizce acentelerin sektördeki rolü nasıl evriliyor?

Acenteleri sigorta sektörünün belkemiği olarak görüyorum. Her ne kadar son 10–15 yıllık dönemde toplam üretim içindeki payları yüzdesel olarak azalmış gibi görünse de, aslında hacim olarak ciddi bir artış söz konusu ve bu yapı giderek çeşitleniyor.

Sıklıkla ifade ettiğim bir konu var: Gelişen tüm teknolojilere rağmen, sigorta hâlâ “push product” olarak adlandırılan, yani müşterinin kendiliğinden talep etmediği, neden alması gerektiğinin anlatılması gereken bir ürün. Bu da acentelerin rolünü daha da önemli hâle getiriyor. Özellikle teknolojiyi etkin kullanan şirketler ve acenteler, bu yeni dönemde ciddi bir rekabet avantajı elde edecektir.

Bugün dijitalleşmeyi geride bırakıp yapay zekâyı konuşuyoruz. Zaten zirvemizin ana teması da bu: Geleceği nasıl şekillendireceğiz? Bu teknolojik dönüşümden kaçış yok. Dolayısıyla, bu alandaki okuryazarlığın artması şart. Ancak tüm bu dönüşüme rağmen acenteler, vazgeçilmez bir dağıtım kanalı olmaya devam edecektir. Burada kritik nokta, acentelerimizin kendilerini geliştirmeleri gerektiğidir. Teknolojik yetkinliklerini ve dijital okuryazarlıklarını artıran acenteler, sektörde fark yaratacaktır.

Satış kanalları farklılaşacak: Mobilite, web servisleri, dijital platformlar, gömülü sigortacılık gibi kanallar ön plana çıkacak. Ancak satış sonrası hizmette acentelerin rolü daha da önem kazanacak. Artık sadece ürünü satan değil, aynı zamanda sigortalısının her ihtiyacına koşan, sorun çözen, hasar süreçlerini yöneten bir acente profili öne çıkıyor. Özellikle afetlerde ve hasar anlarında acentelerin yarattığı katma değeri hep birlikte gördük. Bu, sigortalı açısından vazgeçilmez bir unsur.

Dolayısıyla ben, acentelerin sektördeki güçlü varlıklarını sürdüreceklerine inanıyorum. Ancak burada fark yaratacak olanlar, yeni yetkinliklere sahip olan acenteler olacaktır.

Acentelerimizin eğitimi konusunda da çalışmalar yapıyoruz. Yaklaşık iki yıl önce, SAİK, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB), TESEV ve Türkiye Sigorta Birliği (TSB) ortaklığında bir eğitim programı hazırladık. Altı ay süren kapsamlı bir programdı. TOBB Sigorta Acenteleri İcra Komitesi Başkanımız Levent Bey’in bu konuda çok büyük emeği oldu. Ancak maalesef bu proje hayata geçmesine rağmen sürdürülemedi.

Aslında her şey hazırdı. Biz o dönemde bir "dağıtım kanalları çalıştayı" gerçekleştirmiştik ve bu program, oradan çıkan bir ihtiyaç doğrultusunda tasarlandı. Amacımız, acentelerimizin kalibrasyonlarını ve etkinliklerini artırmaktı. Program sadece teknik sigortacılık eğitimlerini değil; müzakere becerileri, kriz yönetimi, pazarlama teknikleri gibi birçok farklı alanda gelişim sağlayacak içerikler sunuyordu.

Bu programın devam ettirilememiş olması bizi gerçekten üzüyor. Bence en kısa sürede bu projeyi tekrar hayata geçirmeliyiz. TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi’nden akademisyenler ve TSEV bünyesinde yıllardır sektöre katkı sağlayan çok kıymetli hocalarımız bu programda yer almıştı.

Buradan herkese bir çağrıda bulunmak istiyorum: Gelin, bu emeği yeniden canlandıralım. Programın içeriği hazır, altyapısı mevcut. Sadece sahip çıkmamız ve birlikte hareket etmemiz gerekiyor.

“Gelişen teknolojinin ve dijitalleşmenin özellikle operasyonel anlamda hayatımızı ciddi ölçüde kolaylaştırdığını düşünüyorum”

Dijital platformların yaygınlaşması acenteleri nasıl etkiliyor? Bu geçişte dengeyi nasıl kurmak gerekiyor?

Ben teknolojiyi büyük bir dalgaya benzetiyorum. Bilirsiniz, denizde de öyledir. Birçok insan dalgasız denizi sevmez. Ama dalgaya karşı durmaya çalışırsanız, dalga sizi yıkar, alabora eder. Ancak dalgayı arkanıza alıp onun gücüyle ilerlemeye çalışırsanız, o dalga sizi çok daha hızlı ve güçlü bir şekilde ileri taşır. Teknoloji de tam olarak böyle bir şey. Hep birlikte bu “dalgayı” sürmeyi, yani teknolojiyi doğru kullanmayı öğrenmemiz gerekiyor.

Bunu bir sörf tahtası gibi düşünebiliriz. Her birimiz, kendi tahtamızı –yani teknolojiden nasıl faydalanacağımızı– kendimiz belirleyeceğiz. Ben, gelişen teknolojinin ve dijitalleşmenin özellikle operasyonel anlamda hayatımızı ciddi ölçüde kolaylaştırdığını düşünüyorum. Muhasebe işlemlerinden tutun, mutabakatlara, günlerce süren yazışmalara kadar pek çok işlem artık çok daha hızlı, otomatik ve verimli şekilde ilerliyor. Basit bazı yazışmalar bile artık standart şablonlarla akabiliyor. Robotik süreç otomasyonları bu işleri insanlar adına yapabiliyor.

Bu durum, işin emek yoğun kısmını dijital araçlara devretme imkânı sunuyor. Böylece bizler de daha fazla zaman ve enerjiyi, daha kalibre edilmiş, daha kaliteli hizmet sunmaya ayırabiliriz. Örneğin, bir sigortalıyı bilinçlendirmek, doğru ürünü anlatmak, karşısındaki insanın gerçek ihtiyaçlarını anlamak gibi nitelikli süreçlerde daha etkin olabiliriz.

Bu nedenle dijitalleşmeyi hem acente tarafında hem de şirketler tarafında yoğun ve akıllı şekilde kullanmayı herkese tavsiye ediyorum. Bu alanda doğru modelleri kurgulayan, teknolojiyi doğru kullanan şirketlerin ve acentelerin sektörde ön plana çıktığını çok net bir şekilde gözlemliyoruz.

“Tamamlayıcı Emeklilik Sistemini (TES) bir an önce hayata geçirmeliyiz”

Bireysel Emeklilik Sistemi ve Otomatik Katılımda gelinen nokta hakkında görüşleriniz neler?

Emeklilik sistemine yönelik yükselen bir ivme var ve bu oldukça sevindirici. Ancak, bizim gibi hızla yaşlanan toplumlar için bu ivme hâlâ yeterli değil. Daha iyisini yapmamız gerektiğine inanıyorum.

Aslına bakarsanız, üç yıl öncesine kadar bireysel emeklilik sistemi (BES) bir platoya ulaşmıştı; sektör büyümüyordu, katılımcı sayısı artmıyordu. Fakat son birkaç yılda, bu tablo değişti. Her yıl milyonlar düzeyinde artan bir katılım trendi görüyoruz. Özellikle 18 yaş altı bireysel emeklilik uygulamasının çok başarılı olduğunu gözlemliyoruz. Bugün neredeyse iki milyon çocuğa ulaşıldı. Ebeveynlerin çocukları adına birikim yapmak için bu enstrümanı kullanıyor olmaları son derece umut verici. Aynı zamanda devlet katkısından da faydalanmaları bu ilgiyi daha da anlamlı kılıyor.

Şu anda bireysel emeklilik ve otomatik katılım sistemleriyle birlikte toplamda yaklaşık 18 milyon kişiye ulaşılmış durumda. Sistemdeki fon büyüklüğü ise 1,7 trilyon TL’yi aşmış durumda; bu gerçekten büyük bir rakam. Bununla birlikte, katılımcıların fonlarını bilinçli şekilde yönetme eğilimleri de artıyor. Örneğin, fon değiştirme oranı birkaç yıl önce %5’lerdeyken, bugün %20’lere ulaştı. Bu bilinç düzeyindeki artış son derece kıymetli.

Ancak burada önemli bir adım daha atmamız gerekiyor. Otomatik katılımın yeni ve daha güçlü versiyonu olan Tamamlayıcı Emeklilik Sistemini (TES) bir an önce hayata geçirmeliyiz. Çünkü Türkiye’de hâlâ kişi başı tasarruf oranı, ülkenin genel ekonomik büyüklüğüyle orantılı değil. Daha fazla biriktirmemiz gerekiyor.

Özellikle yeni neslin, mevcut ekonomik ve sosyal konjonktür çerçevesinde daha çok tüketime eğilimli olduğunu gözlemliyoruz. Öte yandan, yaşam süreleri de eskiye göre ciddi şekilde uzamış durumda. Her on yılda bir ortalama yaşam süresi yaklaşık beş yıl artıyor. Artık 60–65 yaş grubu orta yaş kategorisine girerken, gerçek yaşlılık sınırı fiilen 70'lerin, hatta 80'in üzerine çıktı. Bu uzayan ömürler göz önünde bulundurulduğunda, geleceğimizi ve yaşam standartlarımızı korumak adına ikinci bir emeklilik sistemi olan TES gibi güçlü yapılar kaçınılmaz hâle geliyor.

Biz, Tamamlayıcı Emeklilik Sistemi’ne ilişkin tüm planlamalarımızı ve hazırlıklarımızı yaptık. Bu sistemin, Cumhurbaşkanlığı'nın yıllık ve beş yıllık kalkınma planlarında ve Orta Vadeli Program’da yer aldığını da memnuniyetle görüyoruz. Şimdi ise en önemli adım, bu sistemin bir an önce hayata geçirilmesidir. Bu noktada hep birlikte, el birliğiyle çalışmamız gerektiğine inanıyorum.

“Sigorta, afet sonrası insanlara hayatlarına kaldıkları yerden devam etme gücü veriyor”

Afet sigortaları ve doğal risk yönetimi konularında sektörün atması gereken öncelikli adımlar sizce nelerdir?

Afetlerin, özellikle doğal afetlerin artık dünyanın bir gerçeği olduğu çok açık. Ne yazık ki bu afetlerin sıklığı ve çeşitliliği giderek artıyor. Elbette geçmişte de doğal afetler yaşanıyordu ancak son yıllarda frekanslarının ciddi şekilde yükseldiğini hep birlikte görüyoruz. Özellikle "birinci seviye doğal afet" olarak tanımladığımız depremlerin yanı sıra, sel ve orman yangınları gibi afetlerde de büyük bir artış var. Bu durum sadece Türkiye’yi değil, tüm dünyayı etkisi altına almış durumda.

Bu yıl ne yazık ki ülkemizde çok acı orman yangınları yaşandı. Ancak bu afetlerin benzerlerine Avrupa’da da şahit olduk. İspanya, Portekiz, Romanya, Bulgaristan gibi ülkeler de yoğun orman yangınlarıyla mücadele etti. Artık iklim değişikliğinin bir gerçek olduğunu herkes kabul etmiş durumda. Bu yeni gerçekliğe karşı en büyük önceliğimiz elbette ki canlarımızı korumak. Bu nedenle önleyici tedbirler çok önemli. Ancak afet anında yaşananlar gösteriyor ki; bazen bir anda evinizi, tüm mal varlığınızı terk etmek zorunda kalıyorsunuz. Önce can, sonra mal geliyor. Ancak döndüğünüzde baktığınızda, evinizin, hayatınızın birikimlerinin küle döndüğünü görüyorsunuz.

Bu noktada sigorta, afetlerin mallar üzerinde yarattığı etkileri bertaraf etmek açısından hayati bir rol oynuyor. Sigorta, afet sonrası insanlara hayatlarına kaldıkları yerden devam etme gücü veriyor. Çünkü günümüzde mal varlıklarının değeri çok ciddi şekilde arttı. Bir evi, bir arabayı yıllarca biriktirerek alıyorsunuz ama bir doğal afette hepsi bir anda yok olabiliyor — deprem, sel, yangın gibi.

Bu nedenle sigortanın, özellikle doğal afetlere karşı tedavi edici rolünü daha fazla ön plana çıkarmak istiyoruz. Bu anlayış, Deprem Sigortası'nın Zorunlu Afet Sigortası (ZAS) hâline dönüştürülmesi sürecinde çok net bir şekilde ortaya çıktı. Bu konuyla ilgili tüm teknik çalışmalar yapıldı, sektör olarak görüşlerimizi ilettik. Sigortacılık ve Özel Emeklilik Düzenleme ve Denetleme Kurumu (SEDDK), DASK ve diğer paydaşlarla birlikte kapsamlı bir hazırlık süreci yürütüldü. Bildiğim kadarıyla bu çalışmalar Ankara’ya da iletildi. Artık bu çerçevenin yasal zemine oturtularak, sigorta kapsamının ikincil afet risklerini de içine alacak şekilde genişletilmesi en büyük temennimiz.

Türkiye Sigorta Birliği olarak, Kahramanmaraş depremlerinin hemen ardından bir Deprem Yol Haritası (Deprem Roadmap) hazırladık. Bu yol haritasında çok önemli bulgular ve öneriler yer aldı. Bugün ZAS’ın içeriğinde, o çalışmada tespit ettiğimiz pek çok maddenin hayat bulduğunu da memnuniyetle görüyoruz.

Sonuç olarak, hızla değişen iklim koşullarına adapte olabilen, kapsamı genişletilmiş Zorunlu Afet Sigortasının bir an önce hayata geçirilmesi en büyük beklentimizdir. Bu alanda hep birlikte el birliğiyle çalışmalı ve afetlere karşı daha dirençli bir toplum inşa etmeliyiz.

“Sosyal medyada çok daha aktif olmamız gerektiğine inanıyorum”

Sizin Türkiye'de sigorta bilincini artırmak adına yapılan çalışmalar konusundaki önerileriniz neler?

Ben, sosyal medyanın daha etkin ve eğlenceli bir şekilde kullanılmasının çok önemli olduğunu düşünüyorum. Bu konuda kurumsal iletişim departmanımıza ve ajansımıza da sürekli brifler veriyor, daha yaratıcı ve yenilikçi içeriklere yönelmeleri için teşvik ediyorum. Hâlihazırda sosyal medyada çok daha aktif olmamız gerektiğine inanıyorum.

Özellikle genç kuşağın ilgisini çekebilecek içerikler üretmemiz ve sigorta ile potansiyel sigortalıları buluşturacak bir dijital altyapı oluşturmamız şart. Bu anlamda, sosyal medya günümüzün en etkili iletişim araçlarından biri olarak karşımıza çıkıyor.

Artık cep telefonları adeta insan vücudunun bir uzantısı hâline geldi. Alışverişten sağlık hizmetlerine, finansal işlemlerden bilgi edinmeye kadar her alanda telefonlar aracılığıyla hizmet alıyoruz. Bu nedenle, sigortacılık gibi geleneksel olarak daha “resmî” algılanan bir sektörün de bu yeni dijital dünyaya ayak uydurması gerekiyor.

Sosyal medya, bu dönüşüm için en güçlü araçlardan biri. Ancak bu mecrada klasik, soğuk ve klişe mesajlarla ilerlemek mümkün değil. Özellikle gençlerin sigortaya karşı mesafeli durmasının en önemli nedenlerinden biri de bu geleneksel algı. Bu algıyı yıkmak ve sigortanın daha sempatik, daha insani ve hatta eğlenceli yönünü öne çıkarmak için farklı içerik formatları geliştirmeliyiz.

Kısacası, sigortanın pozitif yüzünü daha fazla gösterecek, insanlara kendilerini yakın hissedecekleri, içeriği zengin ve yaratıcı bir sosyal medya stratejisini hep birlikte hayata geçirmeliyiz.

“Teknoloji, bilgi ve deneyim transferi ile sektörü daha da güçlendirmeyi hedefliyoruz”

Farklı ülkelerin sigorta birlikleri ile bir iş birliği ya da bir proje yapmayı düşünüyor musunuz?

Türkiye Sigorta Birliği olarak, Avrupa sigorta birliklerinin çatı kuruluşu olan Insurance Europe’un kurucu üyelerinden biriyiz. Ayrıca kıtalararası faaliyet gösteren küresel federasyonun da aktif bir üyesiyiz. Hatta ben de bu yapının altında faaliyet gösteren çalışma gruplarından birinin başkanlığını yürütüyorum.

Bizim bu yapılar içerisindeki temel rolümüz, bir yandan Türkiye'deki sigortacılığın gelişimini ve toplumda sigorta bilincinin artırılmasını sağlamak, diğer yandan ise uluslararası paydaşlarımızla ilişkileri sıcak tutarak hem bilgi ve teknoloji transferi gerçekleştirmek hem de Türkiye sigorta sektörü için uluslararası iş birliklerinin ve yeni fırsatların kapısını aralamaktır.

Bu çerçevede, çeşitli ülkelerden muadil kurumlarla sürekli temas hâlindeyiz. Örneğin kısa süre önce Hong Kong’dan bir delegasyonu ağırladık, ardından Güney Kore ile benzer bir temas gerçekleştirdik. Yakın zamanda ise çok daha anlamlı ve stratejik bir adım atacağız. Azerbaycan, Türkmenistan, Kazakistan gibi Türk Cumhuriyetleri ile daha önce imzaladığımız iyi niyet anlaşmalarını, Türk Devletleri Teşkilatı çatısı altında Türk Devletleri Sigorta Birliği Anlaşmasına dönüştürüyoruz. Bu anlaşma, 13-14 Eylül tarihlerinde Azerbaycan’ın Şuşa kentinde, devletimizin de desteklediği bir organizasyonla imzalanacak.

Bu iş birliği; ortak reasürans havuzu kurulması, karşılıklı bilgi paylaşımı ve daha birçok alanda iş birliklerini içerecek. Bu, sadece sigorta sektörü için değil, Türk dünyası içinde finansal entegrasyon adına da çok önemli bir adım olacak. Benzer şekilde, önümüzdeki ay Malezya’da, katılım sigortacılığı alanında faaliyet gösteren kurumlarla da bir iyi niyet anlaşması imzalayacağız. Burada da Malezya ile katılım sigortacılığı özelinde iş birliğini geliştirmeyi hedefliyoruz.

Tüm bu girişimlerdeki temel amacımız, hem iyi uygulamaları Türkiye’ye kazandırmak, hem de Türkiye’deki sigorta tecrübesini yurt dışına taşımak. Teknoloji, bilgi ve deneyim transferi ile sektörü daha da güçlendirmeyi hedefliyoruz. Çünkü sigortacılık, gerek bilgi gerek finansal yapı açısından, “büyük sayılar kanunu” ile çalışır. Ne kadar geniş bir etki alanınız ve portföyünüz varsa, o kadar rekabet avantajı elde edersiniz. Biz de bu avantajı artırmak için uluslararası iş birliklerine büyük önem veriyoruz ve bu yönde ciddi çabalar sarf ediyoruz.

“Türkiye’nin sigortacılık alanında 100 yılı aşan bir deneyimi ve köklü bir kültürü var”

Türk sigorta sektörü, dünyada hangi sigorta ekosisteminin hangi diliminin içinde yer alıyor?

Aslında Türkiye, sigorta ekosistemi açısından gelişmiş ülkelerin hemen arkasında yer alıyor. Orta gelişmişlik düzeyinde bir sigorta piyasasına sahibiz ve hâlâ birçok yabancı sermayeli sigorta şirketinin Türkiye’de aktif olarak faaliyet gösteriyor olması da bunun en somut göstergelerinden biri.

Türkiye’nin sigortacılık alanında 100 yılı aşan bir deneyimi ve köklü bir kültürü var. Ancak bazı alanlarda, özellikle de regülasyonun daha fazla desteklemesi gereken noktalarda, zamanında yeterince hızlı hamleler yapamamışız. Yine de hiçbir şey için geç değil; çünkü hâlâ çok büyük bir potansiyele sahibiz.

Biz bunu her fırsatta dile getiriyoruz. Şu anda Türkiye, dünya sigorta liginde 37-38. sıralarda yer alıyor. Bu kadar ülke arasında bu sıralarda bulunmak, ekonomik büyüklük açısından bakıldığında ilk 20 içerisinde olan bir ülkeye aslında yakışmıyor.

Ancak son iki yıldır penetrasyon oranında ciddi bir ivme yakaladık. Geçtiğimiz yıl bu oranı %2,48 seviyesinde kapattık. Bu yıl ise beklentilerimiz doğrultusunda gidersek, %2,5’in üzerine çıkacağımızı ve bu oranla birlikte 1,2 trilyon TL’yi aşan bir prim üretimine ulaşacağımızı tahmin ediyoruz. Bu, bizim için tarihi bir rekor olacak.

Ancak bu yeterli değil. Özellikle hayat sigortası alanını bir dönem göz ardı ettiğimizi kabul etmemiz gerekiyor. O alanı yeniden canlandırmamız şart. İnsanların günlük yaşamlarının her alanına, her tüketim kalemine entegre olabilecek şekilde gömülü sigorta çözümleri sunmalıyız. Daha uzun vadeli sigorta ürünlerini hayatımıza entegre etmemiz gerekiyor.

Bu çerçevede, özellikle Tamamlayıcı Emeklilik Sistemi (TES) ile birlikte sigorta sektörünün büyüklüğünün çok daha farklı bir noktaya geleceğine inanıyoruz. Zaten Arama Konferansı’mızda da kendimize çok net bir hedef koyduk: Beş yıl içerisinde hem sigorta prim üretimini hem de penetrasyon oranını iki katına çıkarmak. Bu hedef doğrultusunda da emin adımlarla ilerlediğimizi düşünüyorum.

Burada en önemli konu, tüm sektör olarak bu hedefe birlikte, kararlılıkla ve koordinasyon içinde yürümek. Çünkü Türkiye’nin sigorta potansiyeli hâlâ çok yüksek ve bu potansiyeli hayata geçirmek için hep birlikte çalışmamız gerekiyor.

“İlk yarı genel anlamda oldukça verimli geçti”

2025’in ilk yarısını geride bıraktık. Sigorta sektörü için ilk yarı nasıl geçti?

Yılın ilk yarısı sektörümüz açısından oldukça pozitif geçti. Geçtiğimiz yıl yakaladığımız ivmenin, bu yılın ilk yarısında da sürdüğünü memnuniyetle görüyoruz. Özellikle aktif büyüklüğümüzün yaklaşık 3 trilyon TL seviyelerine ulaşması, sektörün sağlıklı şekilde büyüdüğünün açık bir göstergesi. Aynı zamanda öz sermayemizi güçlendirerek büyümeye devam ediyoruz.

İlk yarı genel anlamda oldukça verimli geçti. Ancak yılın ikinci yarısının biraz daha zorlayıcı geçebileceğini öngörüyoruz. Hatta 2026 yılının, sektör açısından daha zorlu bir yıl olabileceği yönünde işaretler var.

Teknik kârlılık tarafında ise ne yazık ki hâlâ temel gelir kaynağımız sigortacılık faaliyetlerinden değil, finansal gelirlerin desteğiyle oluşuyor. Bu, sektörün uzun yıllardır karşı karşıya olduğu yapısal bir durum. Önümüzdeki dönemde finansal getirilerde düşüş beklendiğini düşündüğümüzde, mevcut kârlılık seviyesinin sürdürülebilirliği konusunda bazı riskler olduğunu söyleyebiliriz. Bu nedenle, 2025'in ikinci yarısı ve 2026 yılı, sektör için daha dikkatli yönetilmesi gereken bir dönem olabilir.

“İş birliği kültürünü asla kaybetmeyelim”

Sektöre bir mesajınız var mı?

Sektöre vermek istediğim en önemli mesaj; İş birliğinin değerini her zaman aklımızın bir köşesinde tutmamız gerektiğidir. Ancak birlikte ve aynı hedefe odaklanarak, bu sektörü daha da büyütebiliriz.

Bence kültürümüzün en zayıf noktalarından biri, "rekaberlik" anlayışını yeterince benimsemememizdir. Yani, rekabet ederken aynı zamanda dayanışma içinde olabilmek, ortak hedefler uğruna iş birliği yapabilmek... Bu, rekabetin önünde bir engel değil; aksine sağlıklı ve sürdürülebilir bir rekabetin temelini oluşturur.

Bu çağrımı yalnızca şirketler arası değil, aynı zamanda sektör içindeki tüm paydaşlar için yapıyorum. Şirketlerin kendi aralarında, şirketlerle kamu kurumları, düzenleyici otoriteler, dağıtım kanalları, akademi ve diğer tüm ekosistem bileşenleriyle eşgüdüm içinde çalışması gerekiyor. Çünkü hepimiz aynı gemideyiz, aynı istikamete doğru ilerliyoruz; Sigorta sektörünü büyütmek ve güçlendirmek.

Dolayısıyla, iş birliği kültürünü asla kaybetmeyelim. Bu anlayış, sektörümüzün daha güçlü, daha dirençli ve daha kapsayıcı bir yapıya ulaşmasının anahtarıdır.

KISA KISA BÖLÜMÜ

Çalışırken sizi motive eden 3 şey nedir?

Pozitif enerji, güler yüz ve takdir.

Disiplinli biri gibi gözüküyorsunuz. Gerçekten öyle biri misiniz?

Aslına bakarsanız, dışarıdan disiplinli biri gibi görünsem de iç dünyamda biraz savruk bir yapım vardır. Örneğin, masam genellikle oldukça dağınıktır. Ama o dağınıklığın içinde aradığım her şeyi bulurum; her şeyin yerini bilirim diyebilirim.

Çay insanı mısınız, kahve insanı mısınız?

Son zamanlarda kahveye yönelimim arttı. Kahve insanıyım diyebiliriz.

Size ilham veren biri var mı?

Bana ilham veren kişi, Atatürk’tür.

Çok stresli ve yoğun olduğunuz günlerden sonra ne yaparsınız?

Bahçe ile ilgilenirim, yüzerim veya yürüyüş yaparım.

Bu mesleği yapamasaydınız hangi sektörde çalışmak isterdiniz?

Balıkçı olurdum.

Erken uyanmak mı, geç uyanmak mı?

Geç kalkmak.

Yaz tatili mi, kış tatili mi?

Yaz tatili.

Tatilde dinlenmeyi mi tercih edersiniz yoksa gezmeyi mi?

Gezmeyi tercih ederim.

Başka bir ülkede yaşamak isteseniz bu hangi ülke olurdu?

Muhtemelen Almanya olurdu.

Hayatta olmazsa olmazınız nelerdir?

Ailem.